3 Ocak 2015 Cumartesi

Bir haftalık sanayi deneyimi

Uzun zaman olmuş yazmayalı, bir buçuk yıl gibi bir zaman :D Bir önceki yazı anılarımdan olduğu gibi bu yazı da anılarımdan olsun. Konumuz başlıkta da yazılı olduğu gibi bir haftalık sanayi deneyimi.

Yanılmıyorsam 6. sınıfın sonundaki yaz tatiliydi. Okulun son haftası, babamla konuşurken -nedenini hiç hatırlamıyorum- beni sanayiye verin dedim. Muhtemelen elektrikle alakalı bir iş istiyordum ama sanayide iş yeri olan motorcu ustası bir akrabamız varken elektrikle alakalı bir iş biraz zordu doğrusu. Okul bitti, tatil başladı, tatilin ilk pazartesisi akrabamız olan Veyis ustanın yanında çalışmaya başladım, ha birde kalfası Sedat vardı.

İş hayatındaki ilk günüm, ufacık bir çocuk sanayide çıraklık yapıyor... Kalfa Sedat bana aletlerin adlarını öğretiyor, mesela 13-14 deyince gidip 13-14 numaralı ingiliz anahtarını getirmem gerekiyor. Çıraklık ya, işim getir götür :D Sıkıntı yok getirir götürürüz, neticede alet edevatla yeni tanışıyoruz. Ben çalışırken arkadaşlarım bisikletle yanımdan geçiyorlar, birde üstüne dalga geçiyorlar, ama tekerin havası inerse kime geliyorlar? Tabi ki bana, "Osman, şuna bir hava bassana la!". Basarız havasını göndeririz tekrar dalga geçsin diye.

İşin ikinci gününde bir kamyon geldi tamirhaneye, tekerlekleriyle alakalı bir sorun varmış, ustam "al oradan bijon anahtarını sök şu kamyonun tekerini" dedi. Hoppalaa! Kamyon tekeri la, boru değil! Tüm gücümle zorluyorum tekerin bijonunu ama milim oynamıyor meret! Ben uğraşırken dayım geldi yanıma, "Kolay gelsin Osman, ne yapıyon?", ben becerememenin verdiği sinirle biraz sertçe tekeri sökmeye çalıştığımı söylüyorum. Dayım diyor ki: "Osman, kolu uzun tut, o zaman rahatça sökersin." Bijon anahtarının demir çubuğunu uzatıyorum, ve yükleniyorum: "Gacırt" diye bir ses! Aha! Söktüm la tekerin bijonunu :D Fen Bilgisi öğretmenim yırtınsın bana basit makineleri anlatmak için, öğrenemezdim ki! Ama dayım geldi, ufak bir tüyo verdi, "kolu uzun tut", al sana kaldıraçların tamamı :D Şimdi fen bilgisi öğretmeniyim ya, öğrenciler soruyor bazen(çoğunlukla) "Hocam bu ne işe yarayacak?". Bak küçükken sanayide çalışmakta olan Osman'ın işine yaramış işte. Ben tekeri söktüm yeni öğrendiğim yöntemle. Ne yalan söyleyeyim, kendimi koca kamyondan daha güçlü hissetmedim değil :D

Küçük yaşta çalışmak, hele de yaşıtların yanından vızır vızır bisikletlerde oynarken çalışmak gerçekten zor. İşe kendi isteğimle girmek istememe rağmen arkadaşlarımın yaptıkları bana çok ağır geliyordu. Bundan dolayı olsa gerek işin üçüncü günü evden çıkar gibi çıkıp iş kıyafetimle okul bahçesine, arkadaşlarımla oynamaya gittim. İşten kaçtım işin doğrusu. Öğretmenler hâlâ okuldalardı, tatil başlamış ama onlar hâlâ okuldalar! Öğretmenlerle falan sohbet ettikten sonra, öğleye doğru "Bu kadar kaçtığım yeter" diyerek sanayiye gittim. Şans işte Veyis ustanın öğlene kadar ilçede(Ayaş) işi varmış. O gelmeden ben sanayiye geldiğim için ustanın haberi olmadı sabah olmadığımdan. Böylece kaçmıştan sayılmadım :D Kamyonun tekerinin işi bitmemişti, bilyeleri değişecekti ve usta ilçeden bilyelerin yenisini almaya gitmişti. Gelince eski bilyeleri sökmeye başladık. Usta bana tarif etti: "Osman, tekerin arkasına geç, ben bu taraftan bilyeyi vura vura çıkartacağım, sakın yere düşürme, sıkı tut" Geçtim tekerin arkasına, ustam öyle bir vuruyor ki, elindeki şey yerinden fırtsa benim parmaklar ezilir. Korktum, ellerimi biraz geriden tuttum. Derken bilye yerinden fırladı ve yere düştü. Ustam başladı bağırmaya "Ben sana yere düşürme demedim mi!" falan diye. Öyle bir bağırıyordu ki parmaklarımı ezmenden korktum diyemedim, o kadar korktum. Bu olay işten uzaklaşmama sebep olan etkenlerden biriydi.

Sonraki gün bir su motoru -ki biz ona taktak deriz- yatak sarmış, onu tamir edeceğiz. İlk duyduğumda garipsedim: "Yatak sarmak ney la!". Yatak sarmak da neyin nesi derken motorun  içini ve işleyişini görünce anlıyorsunuz neden yatak sarmak olduğunu. Pistonların hareket ettikleri, girip çıktıkları desek daha anlaşılır olacak, işte o yere pistonun yatağı deniyor -insanın dönüp dolaşıp kendi yatağına yatması gibi- :D İşte piston bu yatağı bir şekilde bozunca motor çalışmaz hale geliyor ve bu duruma yatak sarmak deniyor. Kalfaya sordum, nasıl oluyor yatak sarınca diye, motor birden durursa ve çalıştırmaya çalışınca hiç bir hareket görmüyorsan bil ki yatak sarmıştır dedi. Bir nevi piston sıkışıyor ve hareket edemiyor işte.

Çalışırken yapmaktan en çok hoşlandığım şey yağlanmış motor parçalarını fırça ve benzinle(yoksa mazot muydu?) temizlemekti. Yağ gidince ortaya tertemiz motor parçası çıkıyordu ve parçanın en çok neresi sürtünmüş hemen anlayabiliyorsunuz -Sürtünme dedi! Kesin sürtünme kuvvetini de buradan öğrendi bu Osman hoca! :D Bilmiyorum ki belki de buradandır...-

Arkadaşlarım yine vızır vızır yanımdan geçiyorlar, benim de bisikletim var, ben de sürmek istiyorum. Pazarı bekle Osman, pazar günü tatil, o zaman bol bol sürersin. Sanayi cumartesi günleri de açık, yani haftanın tek tatil günü pazar. İlk haftanın sonuna gelirken, hatta evet ilk haftanın sonunda cumartesi günü dükkanı kapatırken ustam haftalığımı verdi. Şuanda hiç hatırlamıyorum ne kadar verdiğini. Tek hatırladığım içerisinde 2 geçen bir sayıydı. Ben 2 ile alakalı ne alıyorsam kalfa 5 ile alakalı bir şey alıyordu herhalde galiba zannedersem. İlk haftalığım, ilk çalışıp kazandığım para -yani şuanda hatırladığım kadarıyla-. Acaba ben o parayla ne yaptım? Hatırlamıyorum. Öyle çok büyük bir para falan da değildi zaten :D

Pazar günü tatildi, arkadaşlarımla bisiklet sürdüm, oyun oynadım derken pazar günü bitiverdi. Pazartesi günü tekrar iş başı, arkadaşlarım çalışmamla dalga geçiyor, ustam ufacık hatamda sormadan kızıyor, ben oyun oynamak istiyorum. Ama işe gittim. Pazartesi ve salı günleri de kendimi zorlayarak çalıştım. Çünkü şöyle bir gaz veriliyordu: "Amcan bir hafta çalışamadı, sen onu geçemeyecek misin?". Bu gazla ben bir hafta iki gün çalıştım, yarım günde kaçtım, etti bir hafta bir buçuk gün.

Çarşamba günü sabah uyandığımda işe gitmek istemiyordum artık. Camdan dışarıya baktım, annem salça için domatesleri poşetliyordu. Yanına gittim, üzerimde işte giydiğim kıyafet. "Anne ben artık çalışmak istemiyorum, arkadaşlarımla oyun oynamak istiyorum." dedim. Annem: "İyi, çalışma oğlum sen bilirsin, ama ustana söyle seni beklemesin." dedi. Aha! İzin çıktı, artık işi bırakabilirim :D Eve gittim, üstümü değiştirdim, sonra doğruca sanayiye, Veyis ustanın yanına gittim, durumu ona da izah ettim, tamam çalışma dedi.

Böylece bir haftalık sanayi deneyimim sona erdi.

Şimdi düşünüyorum, küçük yaşta çalışmanın insana ne gibi bir getirisi olabilir ki diye. Belki artık öğretmen olduğumdandır, belki fenci olduğumdandır, deneyerek, yaşayarak öğrenmişim ben kaldıracı, motorun parçalarıyla haşır neşir olduğum için motorun işleyişini kavramayı öğrenmişim. Basit makineler konusunun çoğunu ben sanayide öğrenmişim...

14 Haziran 2013 Cuma

Yazı yazmak için güzel bir zaman

Yazı yazmak için çok güzel bir zaman. Elektrik kesik, aydınlanmak için mum ışığından faydalanıyorum. Ha birde uzun zamandır yazmıyorum, yani belki içimde birikenler vardır bu uzun zamandan kalan ve belki zamanıdır bunları kağıda dökmenin (evet kağıttan bilgisayara geçiryorum şuanda.).

Hatırlıyorum. İlköğretimin ikinci kademesinde bir sınıftaydım. Ödev yapmayı sevmezdim. Fen bilgisi dersinden ödevim vardı ve öğretmenden korkuyordum. Akşam misafir vardı ve yemekten sonra elektrik kesilmişti. Bense ödevimi geceye bırakmıştım, belki yapmayı bile düşünmüyordum. Elektriğin kesilmesi bahanesi de hazırdı hani. O akşam elektrik kesilince ne oldu bilmiyorum. Ödev yapmak istedim, ama mum ışığında değil. Önceki zamanlardan beri elektriğe karşı ilgim vardı. Elimde 2 veya 3 tane pil, biraz kablo ve küçük bir ampul vardı. Belkide elimdeki pillerle ve ampulle ortamı ne kadar aydınlatabileceğimi merak ediyordum. Pilleri seri şekilde birbirine bantlayıp -seri bağlamayı biliyormuşum- kablo ile ampulü de pillere bantlayıp devreyi tamamladım. Ampul yanıyor ve ortamı aydınlatıyordu, ama öyle çok aydınlatmak denemez. Sadece masamı aydınlatıyor ve ben o aydınlıkta fen bilgisi ödevimi yapıyordum. Ben devreyi kurarken babam ve misafirler "Oğlum ödevin varsa al şu mumu da yap" dese de ben inatla "ben bu ampulü yakacam ve ödevimi de onun ışığında yapacağım" diyordum. Belkide ödev yapmaktan zevk aldığım tek zamandır o akşam. Sonraki gün okulda arkadaşlarım elektrik kesikliğini bahane etseler bile ben o ödevi hemde kendi kurduğum bir elektrik devresiyle yapmıştım.

Mum ışığında yazıyorum ya, mum devremi kıskandı, çabucak bitmeye çalışıyor. Merak etme mum, o zaman ödevi küçücük ampulün ışığında yapmaktan ne kadar zevk aldıysam şimdi bunu, bu yazıyı senin ışığında yazmaktan o kadar zevk alıyorum.

Belkide o ödevdi benim fen bilgisi öğretmeni olmama sebep, o devreyi kurma heyecanıydı. Bilemiyorum. Belki sadece fenle o kadar ilgiliydim ki o zamandan meslek seçimimi yapmıştım ama farkında değildim. Dedim ya bilemiyorum.

Mum yana yana dibine kadar geldi. Artık kağıdı bile zor görüyorum. Ödevin sonlarında doğru ampulde böyle yavaşça sönükleşmişti. O zaman paralel bağlayabilecek 2, 3 pilim daha olsa diye düşünmüştüm -paralel bağlamayı da biliyormuşum- ama yoktu ve ampul sönmeden ödevim bitmişti. Tıpkı mum sönmeden bu yazıya son noktayı koyduğum şu an gibi...

2 Aralık 2012 Pazar

Parolalar Üzerine

Parolalar... İnsanlar internette herhangi bir hizmete üye olmak istediklerinde koyacakları parolaları önceden düşünmezler. Üye olurken "Yaa birde buraya parola oluşturmamız gerekiyordu!" der, ardından daha önce kullandıkları parolaları düşünürler. Eğer her hesaba aynı parolayı kullanıyorlarsa o parolayı aynen yazar geçerler. Acemi, yani ilk defa parola oluşturuyorlarsa genelde basit bazı dizileri takip ederler. 1234... 0000, doğum yılları, şehir plaka numaraları, telefon numaraları gibi. Hatta bir çoğunun ilk parolası telefonlarının pin kodudur ve o kodda ilk hatlarıyla gelen pin kodudur, Uzunca bir süre o parolayı kullanırlar.

Parolayı karmaşıklaştırmaları gerektiğini fark ettiklerinde de bu basit dizilerden vazgeçemezler. Mesela pin kodlar 4 karakterlidir. Birçok internet sitesi üye olurken en az 6 karakterle sınırlandırılmıştır. Pin kodunun karakteri yetmeyince parolaya ekleme yaparlar, mesela doğduğu yerin plaka kodunu da eklersen olur sana 6 karakter, o da yetmezse 2 karakterde doğum yılının son iki hanesi vardır, eder 8. Bazılarının iki telefon hattı vardır ve 2 pin kodu olma olasılığı da yüksektir, birleştirirler hemen iki kodu, olur sana 8 karakter.

Bazı sitelerde sadece sayılar yetmez parolalar için. İllaki büyük küçük harf ve noktalama işareti isterler. İşte bu tür sitelere çoğunluk gıcık olur. Çünkü parolayı unutacaklarını düşünürler ve unutacaklarını düşündükleri için unuturlar da.

Seval'in blogunda okuduğum bir söz vardı, şimdi yerini bulamadım.
Parolalarınız diş fırçanız gibidir. Kişisel ve 3 ayda bir değiştirmeniz gerekir.

Bu sözde olduğu gibi parolalarınız olmalı(birden fazla parola) ve bu parolalarınızı arada bir değiştirmelisiniz. Tavsiyede bulunacağım:

  1. Yeni parolalarınızı eskilerinden esinlenerek oluşturmanızın size bir faydası yok, onları daha kolay ezberlemiyorsunuz, sadece güvenliğinizi düşürüyorsunuz.

  2. Parola oluştururken herkes gibi düşünmeyin, kendinize has düşünün, en basit parola 1234 gibi basit kombinasyonlar içerir. zorlaştırmak için 2 ile başlayıp 5'le bitirmenizin veya tersten yazmanızın pek faydası yoktur, bunu ben düşünüyorsam başkaları da düşünebilir.

  3. Parolalarınızı klavyeden hızlı bir şekilde girmeye alışın, 10 parmak hızla yazamıyorsanız en azından parolanızı hızlı yazın, bu sizi yakınlarınızdan korur. :D

  4. Parolalarınızı sık sık değiştirin, merak etmeyin sık değiştirdiğinizde ezberiniz yeni parola ezberlemeye alışacaktır, ayrıca ezber yapmak her durumda kötü değildir, lazım olduğunda yapılmalıdır.

  5. Parolalarınız ezberlerken karakterleri 2'li 3'lü gruplarsanız ezberlemeniz kolaylaşır.

  6. Parolalarınızı başkalarına söylemeyin, bırakın siz yokken sisteminizi kullanamasınlar, siz habersizken virüs yemenizden daha iyidir(linux kullanın virüs derdiniz olmasın :D).

  7. Parolalarınızı oraya buraya yazmayın, aklınıza yazın. Hafızanızı yitirmediğiniz sürece bir sıkıntı olmaz. :D

Son olarak benim parolalarım hakkında ipucu vereceğim, bu ipucunu veriyorum ya, yakında tüm parolalarımı değiştireceğim :D Evet ben de yukarıda yazdığım gibi ilk pin kodumu hâlâ kullanıyorum, doğrudan değil tabiki başka şeylerle birleştirerek :D Ayrıca sevdiğim şeylerden uzun bir parola oluşturdum, şuanda en güvenlikli parolam o(tabi artık güveni epey düştü :D). Bu arada tek korkum parolamı rüyamda sayıklarsam ne olur acaba... :D

Ha kullandığım bir taktiği söyleyeyim. Benim birden fazla parolam var ve hepsini belirli güvenlik sıralarına dizdim. En güvenliksiz parolamı en güvenliksiz yerlerde kullanıyorum. Kişisel bilgi miktarı arttıkça parolamın güvenini artırıyorum. En güvenli parola sistemimi açmak ve öntanımlı e-posta adresime ulaşmak için kullanıyorum. Birde aşırı güvenli parolalarım var. Bunlarda aslında mecbur kaldığım güvenlik seviyesi diyebilirim. Sizinde kesinlikle parolalarınız olsun ve güvenlik seviyeleri olsun, bu size sitenin düzeyine göre hangi parolayı kullandığınızı da hatırlatacaktır... (Aklımı boşalttım rahatladım şuanda :D)