8 Kasım 2011 Salı

Tekrar

İnsanın yazacak bir şeyleri olmalı diye başlıyorum yazıya. İnsan yazarak açılmalı diye ekliyorum. Diyelim ki yazdık. Okunmalı insan, yazdıkları okunmalı. Diyelim ki okunduk. Anlaşılmalı insan, yanlış veya doğru anlaşılmalı. Diyelim ki anlaşıldık, yanlış veya doğru anlaşıldık. Eleştirilmeli insan, eksik veya fazla eleştirilmeli. Diyelim ki eleştirildik. Eleştirileri değerlendirip gerekliyse değişikliğe gitmeli insan. Diyelim ki eleştirileri değerlendirdik, gerekeni uyguladık. Yazmalı insan, yazacak bir şeyleri olmalı ve yazmalı.

Fark ettiniz mi? Döngüye girdi insan. Yazdı, okundu, anlaşıldı, eleştirildi, ders aldı ve bu adımdan sonra ilkine döndü, yine yazdı. Hani hep derler ya "Tarih tekerrürden ibarettir." diye. Aslında insanın kendisi tekrardan ibarettir. İnsan tekrar eder durur. Yazmanın dışına çıkarsak, düşünür insan, bir şeyler bulur, sonra yine düşünür, sonra bir şeyler bulur... İnsan daima tekrardadır anlayacağınız.

Peki tekrar olmasa ne
olurdu? Sanırım tekrar olmasa insan gelişmezdi. İnsan tekrar etmese insan olmazdı herhalde. Düşününsene: Öğrenmenin en basiti tekrar etmedir. İnsan en kolay taklit ederek öğrenir. Taklit ettiği kimdir? Atasını taklit eder. Atası insandır, kendisi de insandır. İnsan, insanı taklit eder. Buna insan tekrar eder dersem yanlış mı söylemiş olurum? Bence olmam. O halde Düşünmeye başlarken ki önermem gayet yerindedir.

Ben şuanda ne mi yapıyorum? Tekrar ediyorum. Daha önce de yazdım, şimdi de yazıyorum. Yazdıkça ne oluyor? Gelişiyorum. En azından gelişiyor olduğumu düşünüyorum. "Buda mene yeter"

7 Ekim 2011 Cuma

Ölümün Biyolojisi

Değişik düşüncelere daldım bugün nedenini bilmeden. Şunu düşündüm mesela: Ölüm nedir? Ölünce insanın biyolojisinde ne değişir de insan ölmüş olur? Bunları düşünürken neler fark ettiğimi yazacağım birazdan.

Tüm canlıların bir ölüm vakti vardır. O vakit gelince ölür gider bu dünyadan. Hani gitmek dediğime bakmayın. Bedenleri çürür önce, varsa kemikleri bedenlerinin yumuşak yerlerine göre çok daha yavaş bir hızla çürür. Öyle yavaştır ki dinazor kemikleri bulabiliyoruz hâlâ.

Farz edelim ki insan şuanda öldü. İnsan öldüğü anda bütün hücreleri ölmez. Hatta çoğu hücresi hemen ölmez. İnsan ölmüştür, aradan zaman geçer, ama insanın bazı hücreleri ortamda besin olduğu sürece yaşamaya devam ederler. Ama besini bitenler yavaş yavaş ölmeye başlarlar.

Ayrıca insan vücudundaki hücrelerin tamamının sahibi değildir ki. Nerede duyduğumu hatırlamıyorum ama insan vücudunda insanın kendi hücrelerinden daha çok bakteri, virüs ve mantar hücresi vardır(virüs'ün
hücresi mi olur ki! (gülücük)). İnsan yaşarken bu diğer hücreleride kontrol altında tutarak fazla üremelerini ve hastalık oluşturmalarını önler. Ama insan öldüğü zaman bırakın bakteriyi mantarı, insanın kendi hücreleri kontrol dışı kalır. İşte o zaman insan hücreleri yavaşça ölmeye, bakteri ve mantar hücreleri de çoğalmaya başlar. Zamanla çürüme dediğimiz olay gerçekleşir. İnsan ölmüştür, ama hücreleri hala ölmekle meşguldür.

Peki ölmeden önce bu kontrolü sağlayan mekanizma nedir? Ne oluyor, nasıl oluyor da insanın hücreleri kontrollü olarak insanın istediği davranışları yapıyor, kendinden başka hücrelerin(bakteri ve mantarları kast ediyor) üremelerini önlüyor, ve daha neler neler yapabiliyor?... Nedir bunu sağlayan şey? Bir varlığın canlı veya cansız olmasını belirleyen şey ne? İşte insanlar bu sorunun cevabını bulamıyorlar. Bu cümlede bir garip oldu. Sanki ben insan dışı bir varlığım da insanların bilmediğini biliyormuşum gibi oldu. Yok öyle değil işte! Bende insanım ve bende merak ediyorum nedir
varlıkları canlı veya cansız olarak ayıran şey.

O şey her neyse çok ilginç gerçekten. Şimdi bir düşünün. İnsan trilyonlarca hücrenin bir arada çalışmasıyla meydana gelmiş bir canlı. Bir hücre ölünce insan canlılığından bir şey kaybetmiyor. İnsan öldüğünde bu trilyonlarca hücrenin çoğu canlılığından bir şey kaybetmiyor. Zamanla besin yetmeyeceği için trilyonlarca hücre de sırayla, yavaşça ölüyor. Ama ikisi birden ölmüyor. Yani insan öldüğü anda trilyonlarca hücre de bir anda ölmüyor. Ha bu trilyonlarca hücrenin kritik bir kısmı ölünce insanda ölüyor orası ayrı.

İşte bu tür ilginç bir çok denge var. Hani daha önce bahsetmiştim kanun ve teoriden. Bu tür birçok kanun var ama teorileri ortada yoklar. Yani birçok denge var ama bu dengelerin nasıl sağlandığı, nasıl açıklanacağı, kısaca "nasıl"ı yok. İnsanlar tüm tarihleri boyunca bunu açıklamak için uğraşmışlardır ama tüm tarihleri boyunca da açıklamaya çalışacaklardır...

21 Ağustos 2011 Pazar

Bisiklet hakkında yazı

Nereden aklıma geldi hiç bilmiyorum. Ama geldi işte anlatacağım.

Bizim buralarda bisikletler jant boyuyla adlandırılır. 16'lıktır en küçük bisiklet ve genelde sayıları azdır. Bisiklet sürmeyi öğrenme fırsatını en küçük yaşlarda bulanlarda olur.

Sonraki boy 20'liktir. Bu boy ben 4. sınıfa giderken en yaygın olandı. Genelde bu bisikletler akrobaside kullanılan boydur. Ama bizim buralarda bisikletle akrobasi pek gelişmiş değildir. Sadece bir el direksiyonda bir ayak oturakta(ona da sele mi ne diyorlar) diğer el ve ayak havada 26'lık bisikletle giden bir kaç kişi vardı.

Çok nadir 24'lük bisiklet görünür burada. Birisi de benim bisikletimdir 24'lüklerin. Belki de ondan severim 24'lükleri. Ne 26'lık gibi çok büyüktür ne de 20'lik gibi küçük gelir.

26'lıklardan arada söz etmiş olsamda onun hakkındasını da yazmak isterim. En büyük boydur ve şuanda buralarda en yaygın olanıdır. Hoş şimdilerde amortisörlüler(!) var hep.

Boy boy
tanıttığımıza göre başka konulara geçebiliriz. Mesela viteslisi vardır bisikletlerin. Bu vites mevzusunda takıntılıyım. Bakın şimdi:

Benim vites düşüncem:


  1. Ön çarkların küçüğü, arka çarkların büyüğü birdir.

  2. Ön 1'ken vites 1'den 6'ya kadar değişir.

  3. Ön 2'yken vites 7'den 12'ye kadar değişir.


Alternatif vites düşüncesi:


  1. Benimkinin 1. şartı.

  2. Vites = ön * arka, yani ön 2'yken vites 2,4,6,8,12 olabiliyor.


Benim alternatife itirazım:
Nerede 7,9,11. vitesler?

Alternatifin benimkine itirazı:
Senin 7 dediğin vites 6'dan zor olmalı ama değil!

Ben yıllardır merak ederim doğrusu nedir diye. Fikri olan varsa yorumlasın da tartışalım.

Yazmaya devam edelim. Bisikleti süslemek sürücüsüne, sahibine büyük zevk veren bir uğraştır. Mesela bence en ilginç aksesuvar boynuzdur. Buralarda direksiyonun iki ucundan yukarıya doğru
uzanan boru taktığınızda bisikletiniz boynuzlu oluyor. Hatta boynuzların uçlarını da plastik hortumla birleştirenler var. Benim bisikletim yeşil, boynuzlar mavi :D O zaman onu bulmuşum takarken. Öyle ilginç bir görünümü var.

Bu arada bunu uyku tutmayınca cepten yazdım, sonra bilgisayara atıp doğrudan yayınladım. Eksik, hata ve anlamsız cümleler olabilir, hoşgörünüz...

23 Haziran 2011 Perşembe

Çok Dağıtım, Tek Kullanıcı

Yeni bir yazı ile karşınızdayız. Sanki 10 kişiyiz :D Yok sadece ben varım. Neyse bu yazının içeriği bir problem için ürettiğim çözümü içeriyor olacak. Teknik bilgi kısmına girme ihtimalim var. O yüzden sıkılınca bırakın. Hatta ilginizi çekmiyorsa boşa okumakla uğraşmayın :D

Problemden bahsetmeden önce bir giriş yapayım. Elif'te(bilgisayarımın adı) 2 ayrı linux dağıtımı kullanıyorum. Birisi Pardus 2011.1 diğeri Ubuntu 11.04. Bu iki dağıtım için de aynı sabit diski ev dizini olarak bağlıyorum. Ev dizinlerini ortak yaptığım için kullanıcı adlarının farklı olması gerekiyor ki kullanıcıların evlerindeki ayarlar birbirine girmesin.

İşte problem burada başlıyor. Ben internet ortamında "osmank3" kullanıcı adıyla bilindiğim gibi bilgisayarımda da bu kullanıcı adını kullanmak taraftarıyım. Dağıtımlardan birisi bu ismi kullandığında diğerine başka bir isim vermem gerekiyor ayarlar karışmasın diye. İşte ben takıntılı birisi olduğum için bu durumdan rahatsız
oluyorum. Kullanıcı adları aynı olsun, iki kullanıcı da aynı dizini kullansın istiyorken ayarların da karışmamasını istemek birazcık garip olsa gerek.

Bir önceki yazımda geçen 2 haftanın sonunda kendime yapacak bir iş bulamadım. Boş boş gezinmektense oturup bir betik yazayım da vakit geçsin dedim. Dün akşama doğru yazmaya başladım betiği. Arasıra ara versem de gece 3 gibi betiğin bir halta benzemediğini fark edip sabaha bıraktım. Sabah -aslında öğlen- kalkınca yazdım betiği.

Betik ne iş yapıyor? Betik kullanıcının ev dizinindeki adı nokta ile başlayan ayar dosyalarını dağıtım adına göre bir dizine taşıyor, kullanıcının ev dizininden taşınan dosyalara kısayol oluşturuyor. Bilgisayar her açılışında bu bağlantıları kuruyor, her kapanışta da yeni dosya eklenmişse onu taşıyıp bağlantıları kesiyor.

Betiğin ne iş yaptığından bahsettik. Şimdi biraz da kullanımından bahsedeyim. Aslında kullanımı çok basit. Betiğin adını
linker.py koymuştumdeğiştirdim prephome.py. Bağlantı kurmak için linker.py prephome.py start bağlantı kesmek için de linker.py prephome.py stop komutlarını vermek yeterli. Komutlardan da anlaşılacağı üzere sistem başlangıcına start olanı sistem kapanışına stop olanı eklemeniz betiği kullanabilmek için yeterli.

Betik içinde bir karaliste mevcut. Bu listeye eklenen dosya veya dizinler bu işlemlerde es geçilir. Bunun sebebini şöyle açıklayayım. Mesela Pardus'ta .pulse isimli dizin bağlantı olursa nedenini bilmesem de gelişmiş ses ayarları yapılamıyor, clementine sapıtabiliyor. O yüzden .pulse'yi kara listeye aldım. Benzer şekilde .gvfs dosyası da ubuntuda hata çıkartıyordu. O da karalistede. Bunlar benim test edip görebildiklerim. Betiği deneyip bana başka dosya ve dizin adı iletirseniz onları da eklerim.

Sistem başlangıcına nasıl ekleyeceğiz sorusunu duyar gibi oldum cevaplayayım. Öncelikle betiği indirip /bin veya /usr/bin dizini altına koyup çalıştırılabilir hale getirin (sudo chmod +x /usr/bin/
linker.pyprephome.py). Pardus ve birçok dağıtımda /etc/conf.d/local.start ve /etc/conf.d/local.stop dosyaları mevcut. Betiği kullanmak için gerekli komutları bu iki dosyaya eklemeniz yeterli. Ubuntuda bu dosyaları bulamadım ama araştırmalarım sonucu bunlar gibi çalışan bir şey buldum. O şeyi bu bağlantıdan edinip ilgili eklemeleri yapabilirsiniz.

Çok önemli bir şeyden bahsetmem gerekiyor. Masaüstü oturumunuz açıkken bu betiği çalıştırmamanız kendi açınızdan çok iyi olacaktır. Sistem başlangıcı ve kapanışına koymanızı tavsiye etmemin sebebi yapılan işlemler sırasında veri kaybı olmaması için bu ayar dosyalarının kesinlikle kullanılyor olması gerekiyor.

Yazının sonuna gelirken betiğin bağlantısını vermeyi unuttuğumu fark ettim.

Buradan betiği indirebilir ve inceleyebilirsiniz.

Ha birde bu işi yapacak uygulama belki daha önceden
yazılmıştır. Ama ben sıkıntıdan araştırmadım ve kendim yazayım dedim. Varsa böyle bir uygulama belki ondan da faydalanabilirim.

Düzenleme: betik adı linker.py -> prephome.py şeklinde değiştirildi.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Kan bağışı

Bu dönem "Topluma hizmet uygulamaları" isminde bir ders alıyoruz. Bu derste beş tane topluma hizmet etkinliği yapıyoruz. Biz grup olarak bu etkinliklerden birini kan bağışına ayırdık. Yaz yaklaşınca kan verelim ki bünyemiz zayıflarsa soğuğa yenilip hasta olmayalım dedik ve yaza doğru erteledik.

Bu sene ilginç bir şekilde yaz bir türlü gelemedi. Dönem sonu da yaklaşınca artık kan versek iyi olacak dedik ve üç arkadaş Kızılay'ın Kızılay'daki(:D) kan bağış şubesine gittik geçtiğimiz perşembe günü. Beşevler'de yağmur kıyamet ıslandık, Kızılay'da yerler kupkuru.

Neyse gittik işte Kızılay'a kan bağışlamaya. Oradaki hemşireler gayet güler yüzle bize yardımcı oldular. Önce kan bağışlayacağımıza dair form doldurduk. Formları doldurduktan sonra orada anket doldurtmak isteyen bir kız vardı. Biz (daha doğrusu bizimkiler) mırın kırın ettiler. Ben de tamam şimdi değil ama kan verdikten sonra anketinizi dolduralım dedim. Sonra hemşire muayeneye başladı.
Parmak ucundan aldığı bir miktar kanı ufak ama pahalı olduğunu öğrendiğimiz bir cihaza koydu. Bu arada ilginç bir lanset kullandı. Çakmak manyötesiyle elimize elektrik çarptırırız ya aynen o hissi verdi. Sonra ateşimi ölçtü. Bu arada anket yapan kız beni birine benzetmiş olacak ki liseyi nerede okuduğumu sordu. Ayaş'ta okuduğumu söyleyince sustu. Sonra hemşire tansiyonumu ölçtü, 12'ye 9 çıktı. Şaşırdım. Daha önce hiç bu kadar yükseğini ölçmemiştim. Hep 11'e 7 falan çıkardı. Herhalde heyecanlanmışım.

Sonra formu da alıp doktorun yanına girdim. Doktor adresimde Sinanlı'yı okuyup "Sen Sinanlılı mısın?" diye sorunca evet dedim. Doktor Beypazarı'nın bir köyünde mecburi hizmetini yapmış. Bizim oralardan çok geçmiş yani :D. Neyse doktor kan verebilir diye onayladı bizi.

Sıra geldi kan vermeye. Uzandım o ilginç yatağa. Yatak çok hoşuma gitti, evde yok öylesi rahatlık :D Hemşire iğneyi batırırken buraya bakma dedi. Niye dediyse artık. Muhtemelen korkacağımı düşündü. Ama öyle korkulacak bir şey yok. İğneyi
batırınca ufak bir acı hissediyorsunuz. Acı kelimesi ağır geliyor sızı mı desem. Neyse aslında acıtmıyor. Torba yaklaşık 5-10 dakikada doluyor. Torba dolarken arada bir torbanın altındaki cihaz öttü. Hemşire yumruğumu sıkıp bırakmamı söyledi. Ben de pompalamaya başladım elimle kanı :D Yanımda ki yataklarda arkadaşlarım da kan veriyordu. Benim nedense kan verirken içimde bir mutluluk vardı. İşin ucunda para olmayınca insan mutlu oluyor tabi :D

Arkadaşlarım kan vermeye benden önce başladıkları için onlarınki önce bitti ve çokoprens ile elmalı soda'larını içmeye başlamışlardı. Hemşire bizimkilere hadi anketi doldurun, söz vermiştiniz dedi. Anket yapan kız bize anketi verdi. Ben daha yeni bitirmiştim kan vermeyi ve çokoprens'le elmalı sodamı. Öyle biraz uzanıyordum daha. Kız kalemi de getirdi bana. Ben de yatakta doldurdum anketin yarısını. Sonra kalanını da masada doldurup teslim ettik ve çıktık.

Kan verdikten sonra hemşire tembihlerde bulundu. Birkaç saat sigara içmeyin -ki kullanmam-, spor falan
yapmayın bir iki gün -bunu niye yapmıyoruz anlamasam da ben spor da yapmıyorum zaten :D- ve birkaç şey daha söyledi ama hatırlamıyorum.

Gayet eğlenceli bir olaydı kan vermek. Çok hoşuma gitti. Artık uygun oldukça (sağlık ve zaman açısından) kan vermeye giderim sanırım.

10 Mayıs 2011 Salı

Sonuç: Duvar Saati

Bu yazıdaki problem ve bu yazıdaki deney sonucunu bu yazıda yorumlamayı planlıyordum ama açıkçası bu yazıda pek öyle yorum falan yapasım yok. Bu problem ve çözümü üzerine düşünmek için çok fazla vakit bulamadım. Bu yazının diğer iki yazının arkasına gelmesini istediğim için günceme başka bir şey de yazamıyorum. İşte bu yüzden artık buna bir son vermeye karar verdim.

Aslında deney yazısındaki python kodu teoriyi çıkarmak için temel alınabilir. Alınmayadabilir. Neyse alınsa ne alınmasa ne. Ben artık o konuyu bırakıyorum. Aklıma takılan problemi python'a çözdürmekti benim amacım ve amacıma ulaştım aslında.

Neyse bu yazıyı fazla uzatmaya gerek yok. Sadece bu konuyu artık düşünmediğimi belirtmek istedim.

15 Nisan 2011 Cuma

Deney: Duvar Saati

Bu yazımda bahsettiğim problemin çözümü üzerine düşünmeye devam ettim ve ediyorum. Geçen zamanda ne tür ilerlemeler kaydettiğimden bahsedeyim.

Geçen zamanda problem üzerine biraz daha düşündükten sonra uygun bir python betiği yazmaya karar verdim. Neticede tüm saat değerlerini tek tek denemek beni aşan bir problem olur. Betik bana sadece o saatlerin denk geldiği yerleri versin istedim. Betik aşağıdaki gibi:
#!/usr/bin/env python
#-*- coding:utf-8 -*-

class saat(object):
    def __init__(self):
        self.Sa = 0
        self.Da = 0
        self.Sn = 0
        self.Devam = True

    def ilerle(self):
        while self.Devam:
            self.SnArt()
            if self.Kontrol():
                self.Zaman()

    def SnArt(self):
        self.Sn += 1
        if self.Sn == 60:
            self.Sn = 0
            self.DaArt()

    def 
DaArt(self):
        self.Da += 1
        if self.Da == 60:
            self.Da = 0
            self.SaArt()

    def SaArt(self):
        self.Sa += 1
        if self.Sa == 12:
            self.Sa = 0
            self.Devam = False

    def Zaman(self):
        print '%s:%s:%s'% (self.Sa, self.Da, self.Sn)

    def Derece(self):
        sa = self.Sa * 30.0

        da = self.Da * 6.0
        sa += self.Da / 2.0

        sn = self.Sn * 6.0
        da += self.Sn * 0.1
        sa += self.Sn / 120.0

        return (sa, da, sn)

    def Kontrol(self):
        liste = []
        for i in self.Derece():
            liste.append(i)
        liste.sort()

        kucuk, orta, buyuk = liste

        d1 = buyuk - orta
        d2 = orta - kucuk
        d3 = 360 - buyuk + kucuk

        if (d1 == d2 or d2 == d3 or d1 == d3) and (d1>1 and d2>1 and d3>1):
            return True

s = saat()
s.ilerle()

Betiğin ne iş yaptığını anlatmakla uğraşmak istemiyorum.
Python bilenler göz atınca anlayacaklardır. Bilmeyenler de biraz mantık yürüterek python'un anlaşılabilirliğini fark edebilirler. Bu kodun bize verdiği sonuç ise aşağıdaki gibi:
1:12:0
2:24:0
3:36:0
4:48:0
7:12:0
8:24:0
9:36:0
10:48:0

Bu sonuçlara 12:00:00 ve 6:00:00'ı da eklersek bir örüntüye ulaşıyoruz.
1:12:0
2:24:0
3:36:0
4:48:0
6:00:0
7:12:0
8:24:0
9:36:0
10:48:0
12:00:0

Fark edeceksiniz ki tüm saatler 1 saat 12 dakika aralıklarla yazılmış oldu. Benim yazdığım betikte saat 6 ve 12'nin olmayışının sebebi bütün açıların 1 dereceden büyük olmasını isteyişimdi. 6 ve 12'de saatin elemanlarından(akrep, yelkovan, saniye) 2'si veya 3'ü üst üste geliyor ve aralarındaki açı 0 derece oluyor.

Şimdi ise fark ettiğim bu örüntü hakkında düşünmeye başladım. Ben şu anda bu örüntüye "Eş açılı saatler" yasası ismini veriyorum. Fakat bu yasanın henüz bir açıklaması yok. İnşallah sonraki yazıda bu yasayı açıklayan bir teori yazarım.

2 Nisan 2011 Cumartesi

Problem: Duvar Saati

Bu aralar aklımı kurcalayan bir matematik problemi var. Düşünüyorum düşünüyorum aklıma uygun bir çözüm ve sonuç gelmiyor.

Problem şu:
Bir duvar saatinde akrep, yelkovan ve saniye arasındaki 3 açıdan 2'sinin eşit ve bütün açılar 1 dereceden büyük olduğunda saat "saat:dakika:saniye" bazında tam olarak kaçı gösterir.

Veya başka bir tabirle:
Bir duvar saatinde saat "saat:dakika:saniye" bazında tam olarak kaçı gösterdiğinde akrep, yelkovan ve saniye arasındaki 3 açıdan 2'si eşit ve bütün açılar 1 dereceden büyük olur.

İşte düşünüp durduğum, duvar saatini her gördüğümde sürekli açılarını hesaplamaya çalıştığım problem bu.

Problemin çözümü için bazı verileri sizi yormadan yazayım.

  • Saat
    üzerindeki her bir çizgi arası mesafe 6 derece olup bu çizgilerden 60 taneden 12 tanesi saat başlarına denk geldiği için belirginleştirilmiştir.

  • Akrebin 1 çizgi ilerlemesi için yelkovanın 15 çizgi ilerlemesi gerekir.

  • Yelkovanın 1 çizgi ilerlemesi için saniyenin 60 çizgi ilerleyip tam bir tur yapması gerekir.

Aslında bu bilgileri herkes denebilecek bir çoğunluk bilir. Ben sadece ben hesap yaparken yanlış bir şey mi biliyorum diye test etmek için yazdım.

Bu problemin bir çözümü var mı, problem doğru sorulmuş bir problem mi bilmiyorum. Bildiğim ise her duvar saati görüşümde bu problem hakkında düşünüyor olmam.

Bu problemin bir çözümü varsa ve çözebilmişseniz burada yorum olarak paylaşmanız beni sevindirecektir.

29 Mart 2011 Salı

El yazısı, imza

İmza diye kişinin el yazısıyla yazdığı kendi ismine deniyor.

Herkes el yazısı deyince bitişik el yazısını anlıyor. Çünkü ilköğretimde okuyan çoğunluğa ilk olarak bitişik el yazısı öğretilmiş ve öğretiliyor. Ama gel gör ki ben o çoğunlukta değilim. Ben yazmayı daktilo harfleriyle öğrendim. Yani ayrık harflerle yazıyorum. Yazmayı ayrık harflerle öğrendikten sonra bitişik el yazısını öğretmeye çalıştılar. O meşhur her satırında 4 çizgi olan "güzel yazı defter"inde arkadaşlarım 1 sayfayı 15 dakikada yazıyorsa ben yarım saatte yazamıyordum. Defterin adına uygun olarak güzel yazmaya çalışıyordum ama benim ayrık yazım da çirkin olduğundan güzel ve bitişik yazmak çok vaktimi alıyordu. Vakit almasını geçtim yinede güzel olmuyordu. Ve bunun neticesinde öğrenemedim bitişik yazmayı.

Gel gelelim imza meselesine. Benim el yazım ayrık olduğu için adımı yazdığımda sadece adımı yazmış oluyorum. Yani imza değeri taşımıyor. O yüzden bir imza belirlemiştim kendime.
Adımı değişik bir şekilde yazıyordum. Gel zaman git zaman imzam balığa benzemeye başladı. Aslında ilk hali de benziyordu ama şimdiki kadar değil. Şuanda saçma bir imza(balık) atıyorum oraya buraya.

Bu durum Genetik dersi almaya başlamadan öncesine kadar hiç bir sıkıntı yaratmamıştı. Hocamız imza diye el yazısıyla yazılmış isme diretince kendimi kasa kasa imza atmaya çalıştım. Ama gel gör ki ne o yazı benim yazım olur ne de imzam.

İşte sırf bu yüzden yapılacaklar listesine bitişik el yazısı öğrenmeyi ve güzel yazmayı öğrenmeyi ekliyorum. Bir ara yapacağım bunu kaçarı yok. :D Buraya yazı eklerken başka işlerle uğraşmamak lazım. İlham kaçıyor yoksa. Ben buraya bir sürü şey yazacaktım ama Ülgen Sarıkavak sağolsun kovdu ilham meleklerimi(!) :D