İnsanın yazacak bir şeyleri olmalı diye başlıyorum yazıya. İnsan yazarak açılmalı diye ekliyorum. Diyelim ki yazdık. Okunmalı insan, yazdıkları okunmalı. Diyelim ki okunduk. Anlaşılmalı insan, yanlış veya doğru anlaşılmalı. Diyelim ki anlaşıldık, yanlış veya doğru anlaşıldık. Eleştirilmeli insan, eksik veya fazla eleştirilmeli. Diyelim ki eleştirildik. Eleştirileri değerlendirip gerekliyse değişikliğe gitmeli insan. Diyelim ki eleştirileri değerlendirdik, gerekeni uyguladık. Yazmalı insan, yazacak bir şeyleri olmalı ve yazmalı.
Fark ettiniz mi? Döngüye girdi insan. Yazdı, okundu, anlaşıldı, eleştirildi, ders aldı ve bu adımdan sonra ilkine döndü, yine yazdı. Hani hep derler ya "Tarih tekerrürden ibarettir." diye. Aslında insanın kendisi tekrardan ibarettir. İnsan tekrar eder durur. Yazmanın dışına çıkarsak, düşünür insan, bir şeyler bulur, sonra yine düşünür, sonra bir şeyler bulur... İnsan daima tekrardadır anlayacağınız.
Peki tekrar olmasa ne
olurdu? Sanırım tekrar olmasa insan gelişmezdi. İnsan tekrar etmese insan olmazdı herhalde. Düşününsene: Öğrenmenin en basiti tekrar etmedir. İnsan en kolay taklit ederek öğrenir. Taklit ettiği kimdir? Atasını taklit eder. Atası insandır, kendisi de insandır. İnsan, insanı taklit eder. Buna insan tekrar eder dersem yanlış mı söylemiş olurum? Bence olmam. O halde Düşünmeye başlarken ki önermem gayet yerindedir.
Ben şuanda ne mi yapıyorum? Tekrar ediyorum. Daha önce de yazdım, şimdi de yazıyorum. Yazdıkça ne oluyor? Gelişiyorum. En azından gelişiyor olduğumu düşünüyorum. "Buda mene yeter"
8 Kasım 2011 Salı
7 Ekim 2011 Cuma
Ölümün Biyolojisi
Değişik düşüncelere daldım bugün nedenini bilmeden. Şunu düşündüm mesela: Ölüm nedir? Ölünce insanın biyolojisinde ne değişir de insan ölmüş olur? Bunları düşünürken neler fark ettiğimi yazacağım birazdan.
Tüm canlıların bir ölüm vakti vardır. O vakit gelince ölür gider bu dünyadan. Hani gitmek dediğime bakmayın. Bedenleri çürür önce, varsa kemikleri bedenlerinin yumuşak yerlerine göre çok daha yavaş bir hızla çürür. Öyle yavaştır ki dinazor kemikleri bulabiliyoruz hâlâ.
Farz edelim ki insan şuanda öldü. İnsan öldüğü anda bütün hücreleri ölmez. Hatta çoğu hücresi hemen ölmez. İnsan ölmüştür, aradan zaman geçer, ama insanın bazı hücreleri ortamda besin olduğu sürece yaşamaya devam ederler. Ama besini bitenler yavaş yavaş ölmeye başlarlar.
Ayrıca insan vücudundaki hücrelerin tamamının sahibi değildir ki. Nerede duyduğumu hatırlamıyorum ama insan vücudunda insanın kendi hücrelerinden daha çok bakteri, virüs ve mantar hücresi vardır(virüs'ün
hücresi mi olur ki! (gülücük)). İnsan yaşarken bu diğer hücreleride kontrol altında tutarak fazla üremelerini ve hastalık oluşturmalarını önler. Ama insan öldüğü zaman bırakın bakteriyi mantarı, insanın kendi hücreleri kontrol dışı kalır. İşte o zaman insan hücreleri yavaşça ölmeye, bakteri ve mantar hücreleri de çoğalmaya başlar. Zamanla çürüme dediğimiz olay gerçekleşir. İnsan ölmüştür, ama hücreleri hala ölmekle meşguldür.
Peki ölmeden önce bu kontrolü sağlayan mekanizma nedir? Ne oluyor, nasıl oluyor da insanın hücreleri kontrollü olarak insanın istediği davranışları yapıyor, kendinden başka hücrelerin(bakteri ve mantarları kast ediyor) üremelerini önlüyor, ve daha neler neler yapabiliyor?... Nedir bunu sağlayan şey? Bir varlığın canlı veya cansız olmasını belirleyen şey ne? İşte insanlar bu sorunun cevabını bulamıyorlar. Bu cümlede bir garip oldu. Sanki ben insan dışı bir varlığım da insanların bilmediğini biliyormuşum gibi oldu. Yok öyle değil işte! Bende insanım ve bende merak ediyorum nedir
varlıkları canlı veya cansız olarak ayıran şey.
O şey her neyse çok ilginç gerçekten. Şimdi bir düşünün. İnsan trilyonlarca hücrenin bir arada çalışmasıyla meydana gelmiş bir canlı. Bir hücre ölünce insan canlılığından bir şey kaybetmiyor. İnsan öldüğünde bu trilyonlarca hücrenin çoğu canlılığından bir şey kaybetmiyor. Zamanla besin yetmeyeceği için trilyonlarca hücre de sırayla, yavaşça ölüyor. Ama ikisi birden ölmüyor. Yani insan öldüğü anda trilyonlarca hücre de bir anda ölmüyor. Ha bu trilyonlarca hücrenin kritik bir kısmı ölünce insanda ölüyor orası ayrı.
İşte bu tür ilginç bir çok denge var. Hani daha önce bahsetmiştim kanun ve teoriden. Bu tür birçok kanun var ama teorileri ortada yoklar. Yani birçok denge var ama bu dengelerin nasıl sağlandığı, nasıl açıklanacağı, kısaca "nasıl"ı yok. İnsanlar tüm tarihleri boyunca bunu açıklamak için uğraşmışlardır ama tüm tarihleri boyunca da açıklamaya çalışacaklardır...
Tüm canlıların bir ölüm vakti vardır. O vakit gelince ölür gider bu dünyadan. Hani gitmek dediğime bakmayın. Bedenleri çürür önce, varsa kemikleri bedenlerinin yumuşak yerlerine göre çok daha yavaş bir hızla çürür. Öyle yavaştır ki dinazor kemikleri bulabiliyoruz hâlâ.
Farz edelim ki insan şuanda öldü. İnsan öldüğü anda bütün hücreleri ölmez. Hatta çoğu hücresi hemen ölmez. İnsan ölmüştür, aradan zaman geçer, ama insanın bazı hücreleri ortamda besin olduğu sürece yaşamaya devam ederler. Ama besini bitenler yavaş yavaş ölmeye başlarlar.
Ayrıca insan vücudundaki hücrelerin tamamının sahibi değildir ki. Nerede duyduğumu hatırlamıyorum ama insan vücudunda insanın kendi hücrelerinden daha çok bakteri, virüs ve mantar hücresi vardır(virüs'ün
hücresi mi olur ki! (gülücük)). İnsan yaşarken bu diğer hücreleride kontrol altında tutarak fazla üremelerini ve hastalık oluşturmalarını önler. Ama insan öldüğü zaman bırakın bakteriyi mantarı, insanın kendi hücreleri kontrol dışı kalır. İşte o zaman insan hücreleri yavaşça ölmeye, bakteri ve mantar hücreleri de çoğalmaya başlar. Zamanla çürüme dediğimiz olay gerçekleşir. İnsan ölmüştür, ama hücreleri hala ölmekle meşguldür.
Peki ölmeden önce bu kontrolü sağlayan mekanizma nedir? Ne oluyor, nasıl oluyor da insanın hücreleri kontrollü olarak insanın istediği davranışları yapıyor, kendinden başka hücrelerin(bakteri ve mantarları kast ediyor) üremelerini önlüyor, ve daha neler neler yapabiliyor?... Nedir bunu sağlayan şey? Bir varlığın canlı veya cansız olmasını belirleyen şey ne? İşte insanlar bu sorunun cevabını bulamıyorlar. Bu cümlede bir garip oldu. Sanki ben insan dışı bir varlığım da insanların bilmediğini biliyormuşum gibi oldu. Yok öyle değil işte! Bende insanım ve bende merak ediyorum nedir
varlıkları canlı veya cansız olarak ayıran şey.
O şey her neyse çok ilginç gerçekten. Şimdi bir düşünün. İnsan trilyonlarca hücrenin bir arada çalışmasıyla meydana gelmiş bir canlı. Bir hücre ölünce insan canlılığından bir şey kaybetmiyor. İnsan öldüğünde bu trilyonlarca hücrenin çoğu canlılığından bir şey kaybetmiyor. Zamanla besin yetmeyeceği için trilyonlarca hücre de sırayla, yavaşça ölüyor. Ama ikisi birden ölmüyor. Yani insan öldüğü anda trilyonlarca hücre de bir anda ölmüyor. Ha bu trilyonlarca hücrenin kritik bir kısmı ölünce insanda ölüyor orası ayrı.
İşte bu tür ilginç bir çok denge var. Hani daha önce bahsetmiştim kanun ve teoriden. Bu tür birçok kanun var ama teorileri ortada yoklar. Yani birçok denge var ama bu dengelerin nasıl sağlandığı, nasıl açıklanacağı, kısaca "nasıl"ı yok. İnsanlar tüm tarihleri boyunca bunu açıklamak için uğraşmışlardır ama tüm tarihleri boyunca da açıklamaya çalışacaklardır...
21 Ağustos 2011 Pazar
Bisiklet hakkında yazı
Nereden aklıma geldi hiç bilmiyorum. Ama geldi işte anlatacağım.
Bizim buralarda bisikletler jant boyuyla adlandırılır. 16'lıktır en küçük bisiklet ve genelde sayıları azdır. Bisiklet sürmeyi öğrenme fırsatını en küçük yaşlarda bulanlarda olur.
Sonraki boy 20'liktir. Bu boy ben 4. sınıfa giderken en yaygın olandı. Genelde bu bisikletler akrobaside kullanılan boydur. Ama bizim buralarda bisikletle akrobasi pek gelişmiş değildir. Sadece bir el direksiyonda bir ayak oturakta(ona da sele mi ne diyorlar) diğer el ve ayak havada 26'lık bisikletle giden bir kaç kişi vardı.
Çok nadir 24'lük bisiklet görünür burada. Birisi de benim bisikletimdir 24'lüklerin. Belki de ondan severim 24'lükleri. Ne 26'lık gibi çok büyüktür ne de 20'lik gibi küçük gelir.
26'lıklardan arada söz etmiş olsamda onun hakkındasını da yazmak isterim. En büyük boydur ve şuanda buralarda en yaygın olanıdır. Hoş şimdilerde amortisörlüler(!) var hep.
Boy boy
tanıttığımıza göre başka konulara geçebiliriz. Mesela viteslisi vardır bisikletlerin. Bu vites mevzusunda takıntılıyım. Bakın şimdi:
Benim vites düşüncem:
Alternatif vites düşüncesi:
Benim alternatife itirazım:
Alternatifin benimkine itirazı:
Ben yıllardır merak ederim doğrusu nedir diye. Fikri olan varsa yorumlasın da tartışalım.
Yazmaya devam edelim. Bisikleti süslemek sürücüsüne, sahibine büyük zevk veren bir uğraştır. Mesela bence en ilginç aksesuvar boynuzdur. Buralarda direksiyonun iki ucundan yukarıya doğru
uzanan boru taktığınızda bisikletiniz boynuzlu oluyor. Hatta boynuzların uçlarını da plastik hortumla birleştirenler var. Benim bisikletim yeşil, boynuzlar mavi :D O zaman onu bulmuşum takarken. Öyle ilginç bir görünümü var.
Bu arada bunu uyku tutmayınca cepten yazdım, sonra bilgisayara atıp doğrudan yayınladım. Eksik, hata ve anlamsız cümleler olabilir, hoşgörünüz...
Bizim buralarda bisikletler jant boyuyla adlandırılır. 16'lıktır en küçük bisiklet ve genelde sayıları azdır. Bisiklet sürmeyi öğrenme fırsatını en küçük yaşlarda bulanlarda olur.
Sonraki boy 20'liktir. Bu boy ben 4. sınıfa giderken en yaygın olandı. Genelde bu bisikletler akrobaside kullanılan boydur. Ama bizim buralarda bisikletle akrobasi pek gelişmiş değildir. Sadece bir el direksiyonda bir ayak oturakta(ona da sele mi ne diyorlar) diğer el ve ayak havada 26'lık bisikletle giden bir kaç kişi vardı.
Çok nadir 24'lük bisiklet görünür burada. Birisi de benim bisikletimdir 24'lüklerin. Belki de ondan severim 24'lükleri. Ne 26'lık gibi çok büyüktür ne de 20'lik gibi küçük gelir.
26'lıklardan arada söz etmiş olsamda onun hakkındasını da yazmak isterim. En büyük boydur ve şuanda buralarda en yaygın olanıdır. Hoş şimdilerde amortisörlüler(!) var hep.
Boy boy
tanıttığımıza göre başka konulara geçebiliriz. Mesela viteslisi vardır bisikletlerin. Bu vites mevzusunda takıntılıyım. Bakın şimdi:
Benim vites düşüncem:
- Ön çarkların küçüğü, arka çarkların büyüğü birdir.
- Ön 1'ken vites 1'den 6'ya kadar değişir.
- Ön 2'yken vites 7'den 12'ye kadar değişir.
Alternatif vites düşüncesi:
- Benimkinin 1. şartı.
- Vites = ön * arka, yani ön 2'yken vites 2,4,6,8,12 olabiliyor.
Benim alternatife itirazım:
Nerede 7,9,11. vitesler?
Alternatifin benimkine itirazı:
Senin 7 dediğin vites 6'dan zor olmalı ama değil!
Ben yıllardır merak ederim doğrusu nedir diye. Fikri olan varsa yorumlasın da tartışalım.
Yazmaya devam edelim. Bisikleti süslemek sürücüsüne, sahibine büyük zevk veren bir uğraştır. Mesela bence en ilginç aksesuvar boynuzdur. Buralarda direksiyonun iki ucundan yukarıya doğru
uzanan boru taktığınızda bisikletiniz boynuzlu oluyor. Hatta boynuzların uçlarını da plastik hortumla birleştirenler var. Benim bisikletim yeşil, boynuzlar mavi :D O zaman onu bulmuşum takarken. Öyle ilginç bir görünümü var.
Bu arada bunu uyku tutmayınca cepten yazdım, sonra bilgisayara atıp doğrudan yayınladım. Eksik, hata ve anlamsız cümleler olabilir, hoşgörünüz...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)